23 Mart 2016 Çarşamba

Suçlu


Yağmur yine dinmiyor. Bir öfke mi var içinde acaba. Kime kızdığını kimse bilmiyor sanki. Başını kaldırdı gökyüzüne ve derin bir nefes çekti. Başladı sessizce düşünmeye. “Kimselere söyleyemediği kimsesizliğini kime deyiversin ki şimdi. Kim anlayacaktı. Zaten anlayanlarda kendisine kötü anılar bırakmıştı. Aşağı düştükçe bir bir kopuyor yüreğindeki gözyaşları. Ne gücü kaldı koşmaya ne mecali kaldı yürümeye. Bir güneşine  sevdalanmıştı o da günün karanlığına hapsoldu. Üşümeye başladı bir an. Yabancıydı bu diyarda. Yabana atılmış duygularını ekmeye mi gelmişti yoksa. Bilmem ki dedi kendine. Başkasını mutlu etmek için bir kendi olamamıştı zaten. Olamadığını da çok sonradan fark etmişti. Salıvermişti bir kez kendisini okyanus ortasındaki sandallarda. Bilmediği bu diyarda bilinmekte istemiyordu açıkçası. Bilinmemeyi bilinmeye tercih edecekti. Şu koca dünyada bir ben bilinmezsem kim bilebilir ki beni dedi. Ne zamandır sesli de düşünmeye başlamıştı. Ama o bunu bilmiyordu. Çok yaşamıştı ve çok şeyde biliyordu ama o böyle yaşadığını bilmiyordu. Ne düşündüğünü herkes biliyordu, çünkü o bilmiyordu kelimelerin ağzından döküldüğünü. Toprağa ilk adımını attı ve arkasına baktı. Yeter artık kuşlar peşimi bırakın dedi. Geldiğim diyarlara selam dahi söylemeyin dedi. Beni benimle bıraksınlar. Beni bana şikâyet etmesinler artık. Bari beni benimle bencilce yaşatsınlar artık dedi. Kendisine tuhaf tuhaf bakanlara bu da tuhafça bakmaktaydı. Bu diyarda bir kaç adım atmıştı ki bir an sendeledi. Yere baktığında küçücük taşı fark etmemişti. Arkada bıraktıkları bir an aklına geldi. Acaba onların da kalbi bu taş gibi soğuk mudur bana karşı. Öfkesini patlayacaktı ki affedersiniz bayım müsaade eder misiniz diyen bir ses kopardı düşüncelerinden. Sesin geldiği yöne kafasını çevirmedi bile. Nede olsa bilmediği birinden gelen sesti. Sonra bir an sesin sahibine seslendi az öteden. Bana mı seslendiniz bayım dedi. Ama bunu sessizce söyledi. Duymadı bile sesin sahibi. Çok da önemli değildi zaten. Bıraktı peşinden sürüklenenleri bunu mu kovalayacaktı şimdi. Boşluğa bıraktı düşüncelerini. Daldı yine düşüncelere düşünülmesi gereken varlıklar için. Varlığını hediye ettiği kişilerin karşısında otururken sadece var kılınmasını istemişti. Eğer onlar varlığını kabul etmiş olsalardı bu da varlığını onlara teslim edecekti. Yine de herkes yok bilse, bu dünya onu var bilecekti nefes aldığı sürece. Çok varlıklı olmasa da Yaradan’ın var kıldığı biriydi. Düşüncelerim ne zamandır benimle kelime oyunu yapıyor dedi.  Aklımda mı beni var kabul etmiyor yoksa dedi. Yanından geçen birinin kahkahasıyla irkildi. Yine sesli düşündüğünü anlayamadı. Oysa felsefe yapmıyordu. Pek de arası yoktu felsefeyle. Ben anlamam ki dedi. Aklının bulanıklığına çare arıyordu.

 Sonunda taşı eline aldı ve nasıl olurda insanlık bir kalbin hissiyatını bu taşa yükler dedi. Suçlayacak başka nesne bulamadılar mı acaba. Olsun dedi en azından bir suçlu var dedi. Ya suçlu olmasaydı ne olurdu bu insanlığın hali. Öfke kimin yüzüne karşı haykırırdı. Hıçkırıklar kimin için dil dökerdi. Sessizlik kime muhtaç kalacaktı. Kelimeler kimi taşa tutacaktı. Kim kimi kalbinde idam edecekti. Asın bunu meydanlarda ibretlik olsun diyen sözcükleri kim haykıracaktı. İşte hepsinin bir suçlusu var. Onu da bu taşa mı yükleyeceklerdi. Her şeyden bi haber yaşayan bu taşı mı suçlu kılacaklardı. Sonra en güzel kelimeleri kulağına fısıldasan yine de yumuşamaz bu taş. Şansını dene istersen dedi dışarıdan bir ses. Kenarda yaşlı bir amca duruyordu. Seslen istersen dedi evladım değişen bir şey olmaz dedi. Anlayamadı sesli konuştuğunu bu bey yine. Yineledi her seferinde böyle yaşamaya. Neyse artık kurtulayım bundan dedi. Tam fırlatacakken taşın pek girintili çıkıntılı olduğunu gördü. 

Yine salıverdi düşüncelere aklını. Acaba insanlarda bu taş kadar kusurlu olduklarını biliyorlar mıdır? Hep birilerinin eksik taraflarını eleştirenler acaba kendilerini de bu taş gibi mükemmel mi zannediyorlar. Yoksa sadece bu taş gibi birilerinin hayatlarına çelme mi atarlar. Kendilerinden ziyade başkalarının hayatlarına mı engel olurlar dedi. Oysa hayatında ne kadar çok böyleleri vardı. Sebepsiz değildi terkedilişleri yani. Hak verdi yine kendisine. Sevdiği her şeyi ya ölüme yâda taş yürekli kişilere kurban vermişti. Kırkına kadar tanıyamamıştı çevresini, kırkından sonra da bir bir kaybetmeye başlamıştı sevdiklerini. Ayrılmak için bahaneleri çoktan sabrını taşırmıştı. Olsun dedi bir taş ne çok şey bana hatırlattı dedi. Atıverdi sonunda taşı. Kendisini bir an taşın yerine koyuverdi. Acaba fırlatıldığım bu diyarda nerede duracağım. Beni kimler tanıyacak. Kuytu bir köşede terkedilişlere mi hapsedilecem yâda havada uçan bir kuşa mı çarpacam dedi. O kadar da değil yani. Atılan o taş gibi bekleyemem ki yeryüzünde. Nefes tükenince yerin üstü dahi beni kabul etmez ki. Karamsarlık ruhunun incelerine kadar işlemişti. İçinden güzel şeylerde geçiyordu ama kelimelere kıyamıyordu işte. Verdiğim onca kurbandan sonra bunlara kıyamam dedi. Bir iç çekti sonra. Yine de kendisini şanslı bildi. En azından bu taş gibi kalbim yok dedi. Hissediyorum sevdiklerimin yüreğini. İncitmiyorum kimseleri dedi. Güldü kendi kendine. Çay içer misin abi dedi. İyi gelir bu soğuk havada. Hem yağmurdan sonra toprak kokusunu daha çok seversin. En azından içini ısıtır. Kafasını çevirdiğinde küçük bir çocuk gördü. Peki, ver o zaman dedi.  Çocuk tam ayrılacakken bedelini istemez misin çayın dedi. Her gün çay satıyorum abi ama hergün bir tanesini ikram ediyorum dedi çocuk. Fırlattığın o taş gibi kalbim olmasın diye. Hem suç sende değil abi suç, suçun tanımını bilmeyenlerdedir.

6 Ocak 2016 Çarşamba

Onlar

Zaman ne de çabuk geçiyor
Saat çoktan üçü buldu
Söndürün lambaları
Biri uykuya mahkum olmak istiyor
Diğeri geleceği istiyor
Onlar yaşamayı böyle seviyor

Onlar İstikbali çaldılar
Acımadan dövdüler
Diri diri gömdüler
Seve seve böldüler
Kalanı için sövdüler
Kimseye söylemediler
Onlar kalpleri ölüler

Onlar hakkı unuttular
Hayatı hep böyle sandılar
Ölümü oyun bildiler
Mahşere tez geldiler
Onlar kalpleri ölüler



4 Ocak 2016 Pazartesi

Kalk ayaga

Balığı suya mahkum eyleyen Hüda
Bu gönlümün seraskerlerini hizaya alan nida
Çekilmiş kılıçları bileyen sima
Savaşın emrini veren Sina
Duaya sığınan nisa
Maznumları koruyan hira
İçin ayağa kalk ey mutlak Musa

Köşeye sığınmış çocuklar
Geleceği satılmış masumlar
Dayağa mahkum nisalar
Zalime dur demeyen varlıklar
Bugünü bayram eden zalimler
Yarına kalmayan zulümler
İçin sen ayağa kalk ey mutlak Musa

Komutan -1


Ayağa kalkacak kadar doğruldu. Yaşlandığını kabullenmişti artık. Nerde kaldı küheylan sırtında diyar diyar dolaştığı zamanlar. Hayıflanıyordu geçmişine. Bir savaş komutanıydı. Adını söylemeye çekinen yıllara hasret kalıyordu. Komutanım dedikleri sese hasretti. Tesellisi, attığı kurşunların düşmana isabet etmesiydi. Düşüncelere dalarken bir yandan da sabah kahvaltısı için hazırlık yapayım dedi. Çayı koymuştu. Fokur fokur kaynama sesini işitmek istiyordu ama kulakları da ağırlaşmıştı nicedir. Biraz peynir biraz zeytin azıcık ekmek ile idare etmeyi biliyordu. Savaşmaktan bir aile kursa da babalık yapamamıştı evlatlarına tam olarak. Ayrı düşmüşlerdi birbirlerinden. Biricik dediği kızına dahi yabancıydı artık. Üzülüyordu sürekli. Osman komutan Osman komutan sesini çok uzaklardan duyuyordu. Anlayamadı kapının çaldığını. Sonra bir anda baharın kokusunu hissetmek için açtığı pencereden taş düştü sofranın ortasına. Aşağı bakmak için yine doğruldu. Çavuş ali inmesi için işaret ediyordu. Hızlıca sofrayı terk etti çayı kapattı ve ağır ağır merdivenlerden aşağı indi. Hayırdır Çavuş ali ne bu telaş demeye başlamadan kolundan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı Çavuş. Haberler kötü komutan düşman İzmir’e girmiş. Masumları öldürüyor camileri yakıyor şehri zabtetmis. Ben ne yapabilirim Çavuş. En fazla tek mermi atabilirim dedi. Daha tek mermi atamadan bir mermi kalbine saplanmıştı komutanın. Ne olduğunu anlamayan Çavuş etrafına bakındı. Hayretler içerisindeydi. Komutan bir çınar gibi yere düşmüştü. Sonra bir gölge belirdi üzerinde. Bir sese gözlerini açtı ve ağır kulaklarıyla dikkat kesildi. Önce içimizdeki düşmanlara tek mermi atacaksın komutan diyordu Çavuş ali. O da yığılmıştı komutanın yanına. Evet, komutanım savaştaki gibi yine yan yanayız yine beraber gidiyoruz buralardan. Mermiyi atan bir haindi. Ama hangi haindi komutan.
 *-***
 Hainin peşine düşelim. Kimmiş bu hain. Bekleyin o zaman..

Kuyu


Yüksek dağların enginliğinde kanat çırpan kartalın sevincini hangi birimiz yasayabiliriz. Arkasına sığındığımız bir kaç kelimeyi hangi tepelerden aşağı savurduk acaba. Yâda nerelerde unuttuk da ardı sıra Fatihalar gönderiyoruz. Hangi turnanın yoluna har serdikde dönüşler olmuyor. Hangi gururun arkasına saklandıkda şöbeleyemiyoruz birbirimizi. Bugün bir çukur kazdım içerisine küçücük anları koydum. Üzerine hafif toprak serptim ama kapağını sıkı kapattım. Artık bu kuyudan ayağa kalkan olmaz. Belki asırlar sonrası kimi antik diye sergiye koyar. Belki arkasından Fatihalar dahi göndermeyeceğiz. Hatırlamamak için. Hatırlamaya değer bir hatıra dahi bırakmadık ellerimizde.
En güzelide rüyana dahi kıymet bulmadığının izlerini yok etmektir. Kendini kaybetmişler ile resim dahi çizemezsin. Ne mutluluğun nede hüznün resmini çizebilirsin. İçeride depremler olmuşsa bir kez durduramazsın  yıkıntıların oluşmasını. Sana kalan bitek enkazın yerine  fidanlar dikmek olacaktır. Yeryüzü nice vazgeçilmezler ile dolup taşmakta. Göğün gürültüsü yükselmekte ve bulutların hüznü artmakta. Yerin öfkesi kabarmakta. Denizler kabul etmemekte öfkenin eserini. Toprak dolup taşmak üzere.
Herkes hâkim tepelere koşmakta. İşte şurda Nuh’un gemisi el uzatıyor. Gururun engel oluyorsa koşmalarına, sürünmeyi deneyeceksin.