Yağmur yine dinmiyor. Bir öfke mi var içinde acaba.
Kime kızdığını kimse bilmiyor sanki. Başını kaldırdı gökyüzüne ve derin bir
nefes çekti. Başladı sessizce düşünmeye. “Kimselere söyleyemediği
kimsesizliğini kime deyiversin ki şimdi. Kim anlayacaktı. Zaten anlayanlarda
kendisine kötü anılar bırakmıştı. Aşağı düştükçe bir bir kopuyor yüreğindeki
gözyaşları. Ne gücü kaldı koşmaya ne mecali kaldı yürümeye. Bir güneşine
sevdalanmıştı o da günün karanlığına hapsoldu. Üşümeye başladı bir an. Yabancıydı
bu diyarda. Yabana atılmış duygularını ekmeye mi gelmişti yoksa. Bilmem ki dedi
kendine. Başkasını mutlu etmek için bir kendi olamamıştı zaten. Olamadığını da
çok sonradan fark etmişti. Salıvermişti bir kez kendisini okyanus ortasındaki
sandallarda. Bilmediği bu diyarda bilinmekte istemiyordu açıkçası. Bilinmemeyi
bilinmeye tercih edecekti. Şu koca dünyada bir ben bilinmezsem kim bilebilir ki
beni dedi. Ne zamandır sesli de düşünmeye başlamıştı. Ama o bunu bilmiyordu. Çok
yaşamıştı ve çok şeyde biliyordu ama o böyle yaşadığını bilmiyordu. Ne
düşündüğünü herkes biliyordu, çünkü o bilmiyordu kelimelerin ağzından
döküldüğünü. Toprağa ilk adımını attı ve arkasına baktı. Yeter artık kuşlar
peşimi bırakın dedi. Geldiğim diyarlara selam dahi söylemeyin dedi. Beni benimle
bıraksınlar. Beni bana şikâyet etmesinler artık. Bari beni benimle bencilce
yaşatsınlar artık dedi. Kendisine tuhaf tuhaf bakanlara bu da tuhafça
bakmaktaydı. Bu diyarda bir kaç adım atmıştı ki bir an sendeledi. Yere
baktığında küçücük taşı fark etmemişti. Arkada bıraktıkları bir an aklına
geldi. Acaba onların da kalbi bu taş gibi soğuk mudur bana karşı. Öfkesini
patlayacaktı ki affedersiniz bayım müsaade eder misiniz diyen bir ses kopardı
düşüncelerinden. Sesin geldiği yöne kafasını çevirmedi bile. Nede olsa
bilmediği birinden gelen sesti. Sonra bir an sesin sahibine seslendi az öteden.
Bana mı seslendiniz bayım dedi. Ama bunu sessizce söyledi. Duymadı bile sesin
sahibi. Çok da önemli değildi zaten. Bıraktı peşinden sürüklenenleri bunu mu
kovalayacaktı şimdi. Boşluğa bıraktı düşüncelerini. Daldı yine düşüncelere
düşünülmesi gereken varlıklar için. Varlığını hediye ettiği kişilerin
karşısında otururken sadece var kılınmasını istemişti. Eğer onlar varlığını
kabul etmiş olsalardı bu da varlığını onlara teslim edecekti. Yine de herkes
yok bilse, bu dünya onu var bilecekti nefes aldığı sürece. Çok varlıklı olmasa
da Yaradan’ın var kıldığı biriydi. Düşüncelerim ne zamandır benimle kelime
oyunu yapıyor dedi. Aklımda mı beni var kabul etmiyor yoksa dedi.
Yanından geçen birinin kahkahasıyla irkildi. Yine sesli düşündüğünü anlayamadı.
Oysa felsefe yapmıyordu. Pek de arası yoktu felsefeyle. Ben anlamam ki dedi.
Aklının bulanıklığına çare arıyordu.
Sonunda taşı eline aldı ve nasıl olurda
insanlık bir kalbin hissiyatını bu taşa yükler dedi. Suçlayacak başka nesne
bulamadılar mı acaba. Olsun dedi en azından bir suçlu var dedi. Ya suçlu
olmasaydı ne olurdu bu insanlığın hali. Öfke kimin yüzüne karşı haykırırdı. Hıçkırıklar
kimin için dil dökerdi. Sessizlik kime muhtaç kalacaktı. Kelimeler kimi taşa
tutacaktı. Kim kimi kalbinde idam edecekti. Asın bunu meydanlarda ibretlik
olsun diyen sözcükleri kim haykıracaktı. İşte hepsinin bir suçlusu var. Onu da
bu taşa mı yükleyeceklerdi. Her şeyden bi haber yaşayan bu taşı mı suçlu
kılacaklardı. Sonra en güzel kelimeleri kulağına fısıldasan yine de yumuşamaz
bu taş. Şansını dene istersen dedi dışarıdan bir ses. Kenarda yaşlı bir amca
duruyordu. Seslen istersen dedi evladım değişen bir şey olmaz dedi. Anlayamadı sesli
konuştuğunu bu bey yine. Yineledi her seferinde böyle yaşamaya. Neyse artık
kurtulayım bundan dedi. Tam fırlatacakken taşın pek girintili çıkıntılı
olduğunu gördü.
Yine salıverdi düşüncelere aklını. Acaba insanlarda bu taş
kadar kusurlu olduklarını biliyorlar mıdır? Hep birilerinin eksik taraflarını
eleştirenler acaba kendilerini de bu taş gibi mükemmel mi zannediyorlar. Yoksa
sadece bu taş gibi birilerinin hayatlarına çelme mi atarlar. Kendilerinden
ziyade başkalarının hayatlarına mı engel olurlar dedi. Oysa hayatında ne kadar
çok böyleleri vardı.
Sebepsiz değildi terkedilişleri yani. Hak verdi yine kendisine. Sevdiği her
şeyi ya ölüme yâda taş yürekli kişilere kurban vermişti. Kırkına kadar
tanıyamamıştı çevresini, kırkından sonra da bir bir kaybetmeye başlamıştı
sevdiklerini. Ayrılmak için bahaneleri çoktan sabrını taşırmıştı. Olsun dedi
bir taş ne çok şey bana hatırlattı dedi. Atıverdi sonunda taşı. Kendisini bir
an taşın yerine koyuverdi. Acaba fırlatıldığım bu diyarda nerede duracağım.
Beni kimler tanıyacak. Kuytu bir köşede terkedilişlere mi hapsedilecem yâda
havada uçan bir kuşa mı çarpacam dedi. O kadar da değil yani. Atılan o taş gibi
bekleyemem ki yeryüzünde. Nefes tükenince yerin üstü dahi beni kabul etmez ki.
Karamsarlık ruhunun incelerine kadar işlemişti. İçinden güzel şeylerde geçiyordu
ama kelimelere kıyamıyordu işte. Verdiğim onca kurbandan sonra bunlara kıyamam
dedi. Bir iç çekti sonra. Yine de kendisini şanslı bildi. En azından bu taş
gibi kalbim yok dedi. Hissediyorum sevdiklerimin yüreğini. İncitmiyorum
kimseleri dedi. Güldü kendi kendine. Çay içer misin abi dedi. İyi gelir bu
soğuk havada. Hem yağmurdan sonra toprak kokusunu daha çok seversin. En azından
içini ısıtır. Kafasını çevirdiğinde küçük bir çocuk gördü. Peki, ver o zaman
dedi. Çocuk tam ayrılacakken bedelini istemez misin çayın dedi. Her gün çay
satıyorum abi ama hergün bir tanesini ikram ediyorum dedi çocuk. Fırlattığın o
taş gibi kalbim olmasın diye. Hem suç sende değil abi suç, suçun tanımını
bilmeyenlerdedir.